GİRİŞ
Malpraktis, dilimize “hatalı tıbbi uygulama” şeklinde çevrilmiş; hastanın bilgisizlik, deneyimsizlik ya da ilgisizlik nedeniyle zarar görmesini ifade eder. Sağlık çalışanlarının ve özellikle doktorların; mesleklerini icra ederken standart ve güncel tedavi yöntemini kişiyle uyumlu olacak şekilde seçmesi ve tüm tedavi boyunca dikkat ve özen yükümlülükleri kapsamında hareket etmesi gerekir. Bununla beraber insan haklarına uygun şekilde sağlık hizmetine ulaşmanın zorlaştığı günümüzde; hasta sayısının yüksekliği, hastanelerin nitelik ve nicelik bakımdan yetersizliği, doktor sayısındaki düşüş gibi sebepler tıbbi uygulama yapanların hata yapmasını kolaylaştırmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekir ki her tıbbi uygulama, bünyesinde belirli bir risk taşımaktadır. Ortaya çıkacağı bilinen veya çıkma ihtimali olduğu bilinen bazı riskler tıbbi uygulamanın yapılmasına engel teşkil etmezler. Buna literatürde “izin verilen risk (komplikasyon)” denmektedir. Hasta, aydınlatıldığı ve onam verdiği risklerin ortaya çıkması durumunda da uygulamayı yapanın sorumluluğuna gidilemez. Ancak onam verilen müdahalenin dışında çıkılması veya ortaya çıkan riske zamanında ve doğru şekilde müdahale edilmemesi durumunda yine sorumluluktan söz edebiliriz.
MALPRAKTİS NEDENİYLE HUKUKİ SORUMLULUK
A. Malpraktis Nedeniyle Hekimin Hukuki Sorumluluğu
Hukukumuzda serbest çalışan hekimlerin, hastaları ile kurduğu ilişki vekalet ilişkisi olarak kabul edilmektedir. Bunun yanında hastanın uygulama için onamının alınmadığı/alınamadığı durumlarda vekaletsiz iş görme veya haksız fiil ilişkisi kurulması mümkündür. Estetik müdahaleler ise burada ayrıca ele alınması gereken bir konudur. Estetik müdahale, kişinin bedeninde doğuştan veya kaza sonucu olan dış görünümü bozan deformasyonun ortadan kaldırılmasına yönelik ise doktrinde bir görüşe göre yukarıda sayılanlardan farklı muamele görmez. Fakat müdahale salt güzellik amaçlanarak gerçekleşiyorsa doktor ile hasta arasında eser sözleşmesi kurulmaktadır.
Hekimin davranışı, müdahaleyi yanlış şekilde gerçekleştirme veya gereken müdahaleyi yapmama şeklinde olabilir. Bunun sonucunda tazminat sorumluluğu ortaya çıkar. Hastalar 6502 sayılı Tüketicinin Korunması Hakkında Kanun uyarınca tüketici sayıldıklarından açılacak tazminat davaları Tüketici Mahkemelerinin görev alanına girmektedir.
B. Malpraktis Nedeniyle Sağlık Kuruluşunun Hukuki Sorumluluğu
Hatalı tıbbi uygulamanın bir sağlık kuruluşunda gerçekleşmesi söz konusu ise sağlık kuruluşunun kamu kurumu niteliği taşıyıp taşımadığı önem arz eder. Kamu kurumu niteliğindeki sağlık kuruluşlarında devlet memuru olarak görev yapan doktorun hatalı uygulaması sonucu doktorun idare hukukuna dayanan sorumluluğu söz konusu olmaktadır. Anayasa Madde 129/5 uyarınca “Memurlar ve diğer kamu görevlilerinin yetkilerini kullanırken işledikleri kusurlardan doğan tazminat davaları, kendilerine rücu edilmek kaydıyla ve kanunun gösterdiği şekil ve şartlara uygun olarak, ancak idare aleyhine açılabilir.”. Burada görevli mahkeme İdare Mahkemeleri, davanın karşı tarafı Sağlık Bakanlığıdır. Bunun yanında malpraktis, özel sağlık kuruluşunda gerçekleşirse hem doktorun hem de sağlık kuruluşunun hukuki sorumluluğu bulunmaktır.
Özel sağlık kuruluşlarının sorumluluğu hastalara yeterli imkânları sağlayamadığı durumlarda ortaya çıkacaktır. Tıbbi müdahalenin uygulandığı ortamın sıcaklığı, çalışan personellerin yeterli nicelik ve nitelikte olması, müdahale için gerekli ekipmanların bulunması gibi imkânların sağlık kuruluşu tarafından sağlanması beklenir. Gerekli imkânlar sağlanmayıp hastaların zarara uğradığı durumlarda açılacak tazminat davalarında Tüketici Mahkemeleri görevlidir.
Hekimin/sağlık kuruluşunun sorumluluğunun hangi ilişkiden doğduğu, açılacak davada önem taşımakta olduğundan avukata danışmakta (online danışma) yarar vardır.
HATALI TIBBİ UYGULAMA YAPANIN CEZAİ SORUMLULUĞU
5237 sayılı Türk Ceza Kanunu’nun 20. maddesi uyarınca hukukumuzda sadece gerçek kişilerin kendi eylemlerinden doğan ceza sorumlulukları olduğu düzenlenmiş, özel hukuk tüzel kişilerine karşı ceza yaptırımı uygulanamayacağı düzenlenmiştir. Bu kişiler hakkında ancak güvenlik tedbirlerine başvurulabilir. Dolayısıyla yukarıda bahsettiğimiz sağlık kuruluşlarının cezai sorumluluğu yoktur. Hatalı tıbbi uygulama yapan sağlık personelleri ise somut olayın gerçekleşme şekline göre sorumlu tutulacaklardır. Olayda hastanın aydınlatma yükümlülüğünün yerine getirilmemesi, onamının alınmaması, alınan onam dışında müdahale gerçekleştirilmesi gibi rızayı ortadan kaldıran nedenlerin söz konusu olması durumunda cezai sorumluluk buna göre şekillenecektir.
Malpraktis Emsal Karar: Yargıtay 12. Ceza Dairesinin 2.4.2015 tarihli, 2014/9296 Esas 2015/5790 Karar sayılı kararı:
“…Sanığın aile hekimi olarak görev yaptığı, olay tarihinde ise … Bakımevi’nde acil nöbeti tuttuğu, 18 aylık bebek …’ın 08/03/2009 tarihinde … devlet hastanesine ateş, ishal ve kusma şikayetleri ile götürüldüğü, muayenesinin ardından reçete yazılarak evine gönderildiği, ölenin şikayetlerinin devam etmesi nedeni ile 09/03/2009 tarihinde ailesinin tekrar … Hastanesine başvurduğu, burada Isparta doğumevi acil polikinliğine başvuru önerisinde bulunulduğu, ailenin 09/03/2009 saat 19:00 sıralarında … Bakımevi’ne başvurduğu, yapılan tedavi ve tetkiklerin ardından reçete düzenlenerek evine gönderildiği, ölenin ailesi tarafından 10/03/2009 tarihinde tedavisi için Isparta iline götürüldüğü sırada yolda öldüğü olayda; … sanığın, kusma ve 10-15 kez ishal nedeniyle iki gündür hastaneye iki kez götürülme ifadesiyle bebeğin muayenesini ve tetkiklerini yaptığı, fakat yatırılarak izleme alınmaması ve dehidratasyona yönelik tedavisinin başlanmamış olmasının bir eksiklik olduğu, ancak bebeklik çağı gastroenteritlerin hızla ilerleyerek ölüme neden olabileceği tıbben bilindiğine göre, tanı konularak uygun tedavi başlanmış olması durumunda da bebeğin kurtulmasının kesin olmadığının oy çokluğu ile mütalaa olunduğu dosyada, ancak doğru tanı konularak uygun tedaviye başlanmış olması halinde ölümün meydana gelmesi durumunda ölümün komplikasyon olarak değerlendirileceği, hiç bir tıbbi müdahalede şifa garantisi bulunmadığı kabul edilmekle birlikte meydana gelen ölümle tedavi ve teşhisteki eksiklik arasında illiyet bağı bulunması halinde bunun komplikasyon olarak değil malpraktis olarak değerlendirilmesi gerektiği, dolayısıyla mahkemenin kabulünde isabetsizlik bulunmadığı bebeğin kurtulmasının kesin olmadığı şeklindeki tespitinde malpraktis olgusunu değiştirmeyeceği ve sanığın meydana gelen ölümden sorumlu tutulmasını engelleyecek bir değerlendirme olarak kabul edilemeyeceği anlaşılmakla, yapılan yargılamaya, toplanıp karar yerinde gösterilen delillere, mahkemenin kovuşturma sonuçlarına uygun olarak oluşan kanaat ve takdirine, incelenen dosya kapsamına göre, sanık ve müdafiinin sair temyiz itirazlarının REDDİNE…”